Kategori: kadın

Yapısal Aile Terapisi ve Terapileri

Temeli ailenin ve aile üyelerinin hayatlarını anlamakta, aile yapısı ve işlevlerini yerine getirmek için üç temek kod tanımlamaktadır.

1)Sınır

2)İş birliği

3)Güç

Sınır: Ailede kimin, nasıl katılımı olacağını tanımlar. Aile üyeleri arasındaki temas, iletişim miktarı ve kalitesini düzenler. Ailenin sınırları; bireyselleşmenin hakim olduğu, iletişimsizliğe varan diyalog eksikliğinden, her şeyin bir arada yaşandığı, ayrımlaşmanın olmadığı aşırı iç içe olma haline varan bir genişlikte olabilmektedir. İletişimsizlik aile üyelerinin bir arada tutunmasını zorlaştırırken, aşırı geçirgen bir ilişki ise bireylerin varlığının bir hükmünün olmadığı, her şeyin aile ile tanımlandığı, aile üyelerinin işlevlerinin birbirine karıştığı bir durumdur. Her iki uç da ailenin işlevselliğini bozmaktadır. Sınırların yeniden çizimi, aile kavramı dahilinde bireyselleşmenin olduğu daha esnek bir model sunmaktadır.

İş birliği: Bir görev yerine getirilirken aile üyesinin diğerlerine katılması ya da karşı çıkması olarak tanımlanır. Aile içindeki iş birliği ve uyum zaten kaçınılmaz olarak görülmektedir fakat sabit ve değişmez bir hale geldiklerinde işlevini kaybedebilirler. Ailenin karşılaştığı pek çok durumda kimin kimin yanında olacağı ile ilgili esneklik sağlayan işlevsel bir iş birliği yaratmayı hedeflemek gerekir.

Güç: her aile üyesinin aile etkinliklerinin sonuçları üzerinde etkisi olarak tanımlanır. Ailedeki güç sıkı bir biçimde bir kişinin elinde ise ya da kimsede değilse işlevsizdir. Aile gücünün en işlevsel dağılımı, bütün aile üyelerinin bir miktar gücü olduğu bir ortamdaki güçlü ebeveyn iş birliği olarak tanımlanabilir.

İşte yapısal aile terapisindeki temel amaç bu 3 unsurun işlevsel bir biçime getirilmesidir. Bu 3 unsurun keşfi için terapide aile bireylerin rollerin tanımlanması hedeflenir. Çoğu zaman bir krizden faydalanılarak örüntüleri tespit etmek, işlevsel olmayan noktalarda yeniden düzenleme yapmak gerekir.

 

 

Eşler Arası İletişim ve İletişimsizlik

İletişim, bir bilginin, haberin, duygu ya da düşüncelerin söz, işaret veya hareket yoluyla aktarılmasıdır. İletişim için en az 2 taraflı bir kaynak olması gerekir. Yani taraflar arasında alınması ve verilmesi gerekir. Her yeni bir bilgi alan kişide bir değişim anlamına gelir. İnsanın olduğu her alanda iletişim mutlaka vardır. Çünkü sözel olmasa bile mimik, duruş, ses tonu da bir iletişim biçimidir. Kişiler arası iletişim açık, maskeli, dolaylı, dolaysız, kabullenici, ret edici şekilde olabilir. Ailenin temel gereksinimleri için mutlak iletişim ihtiyacı vardır. Çünkü aile bireylerinin duygusal gereksinimini karşılamak, duyguların karşılıklı aktarımını yapmak ve bağlanmanın sağlanabilmesi için iletişime ihtiyacı vardır.

Aile içi iletişimler çoğu zaman gündelik konularla ilgilidir. Ve iletişim küçük adımlardan oluşur. ‘Seninle bağ kurmak istiyorum, seninle yatışmam lazım’ anlamına gelen bu adımlar söz, bakış, vücut dili ile ifade edilir. Eş tarafından olumlu yanıt alınan ilişkilerin daha kalıcı olduğu görülmektedir. Boşanan çiftlerde ise kadınların yarısının eşinin adımlarına karşı meşgul gibi davranması, erkeklerin tamamına yakınının karısının adımlarını görmezden geldiği saptanmıştır. Çiftler çoğu zaman gündelik konulardan bahsettikleri için aralarındaki iletişimde konunun öneminden ziyade karşıdakinin attığı adımlara yanıt verme biçimi önemlidir. Her iki taraf içinde fikirlerinin, anlayışlarının, çabalarının karşıdaki için değerli bulunduğunu, takdir edildiğini bilmeye ihtiyacı vardır.

Eşlerden birisi iletişim için adım attığında diğer taraf ilgi göstermek, dikkatle dinlemek şeklinde olumlu bir tepki, itiraz etmek, alay etmek şeklinde eleştirel ya da tartışmacı bir tepki son olarak ta meşgul görünmek, yok saymak, ilgisiz bir şey söylemek gibi uzak durucu bir tepki veriri. Her 3 tepki de karşıdaki kişide duygusal bir yanıtın oluşmasını sağlayacaktır. Olumsuz ya da uzak durucu tepki iletişimin bozulmasına neden olsa da tamamen kesilmesinden daha iyidir. Çünkü iletişim kesildiği an problemlerin çözümü için yapacak bir şey kalmamıştır. Olumlu yanıt veren çiftlerde ise ortaya çıkan iyi duygular biriktirilir ve bir gün bir sorunla karşılaşıldığında kullanılacak bir depo işlevi görür.

 

Evlilikte sıklıkla görülen 10 iletişim hatası:

  • Tarafların birbirlerinde olumsuz olan yönlere odaklanmaları, yıkıcı eleştiriler.
  • Genelleme: basit bir günlük olayda dahi kişiliğine yönelik yargılayıcı, davranışı genelleyici bir tutum.
  • Akıl okuma: Eşlerin kendilerine söylenenin arkasındaki gizli niyeti yakalama eğilimi göstermesi
  • Sürekli geçmiş yaşantıların gündeme getirilmesi
  • Kendini haklı, eşini haksız duruma sokmak için çaba sarf etme
  • Kendi davranışları ile ilgili sorumluluk almayıp, karşı tarafa yükleme
  • Dolaylı ifadeler.
  • Duygusal tepkilere kapıları kapatarak sürekli mantıklı bir açıklama getirme çabası
  • Ses yükseltme
  • Karşı tarafı kendi doğrularına göre düzeltme çabası

 

İletişim hatalarının düzeltilmesi önerileri:

  • Yıkıcı eleştirilerin yapıcıya dönüştürülmesi. Sen ile başlayan cümleler yerine ‘Ben’ dilinin kullanılması. Böylece karşı tarafın niyetiyle ilgili bir yorum yapılmadan, eleştirilmeden kişi kendi duygularını dile getirmiş olur. Genel bir anlatım ve eleştiri yerine belirli bir davranış biçimine yönelik özgül bir anlatım tercih edilmiş olur.
  • Genelleme yerine o duruma özgül ifadelerin tercih edilmesi. Beni her zaman aşağılıyorsun yerine, bugün arkadaşlarımın yanında söylediklerin beni mahcup etti.
  • Kendi davranışlarına ilişkin sorumluluk alınmasının sağlanması. ‘Senin yüzünden sinirleniyorum, beni delirtiyorsun’ yerine ‘bazen öfkemi kontrol edemiyorum’
  • Mantıksal tartışmalar yerine, duyguların ifade edilmesi. ‘Senin söylediklerin aklıma yatmasa da senin için yapabilirim / deneyebilirim.
  • Olumlu davranışları görme ve bugüne odaklanma. ‘Keşke bunu daha önce yapsaydın’ yerine, ‘daha önce yapmadığın davranışları bugün yapıyor olman beni mutlu ediyor.’

 

Boşanma Sürecindeki Ailelere Öneriler

Eğer her yol denenmiş ve çifti bir arada tutmayı sağlayan fiziksel ve ruhsal bağlar kalmamışsa çift boşanma sürecine girmektedir. Boşanma kararı öncesi gidip gelen duygulanımlar, çatışmalar, denemeler yerini fiziksel ayrılma ve çiftin ayrı ayrı boşanma sonrasındaki süreci planlamasına bırakır. Boşanma aşamasındaki ailelerde terapi, genellikle yol göstericilik amacı taşır. Çocukların velayeti, yaşamsal düzenlemeler, çocuklarla görüşme sıklık planlamaları bu dönemde yapılmalıdır. Boşanmanın çocuk üzerine olan etkisine dair genellemeler her zaman doğru değildir. Her durumu farklı ele almak gerekir. Sürekli çatışmanın olduğu bir ailede yaşamaktansa ayrı ayrı mutlu ebeveynlerle olmak tercih edilmelidir. Süreçte çatışmayı azaltmak terapinin en önemli amacıdır. Boşanma sürecinde olan bir aile adeta bir yas döneminden geçerler. Yeniden organize olurlar. Farklı biçimlerde ilişki kurmayı öğrenirler ve  yeni yaşam hedefleri oluştururlar. Boşanmanın etkileri boşanmayı isteyen ile istemeyen taraflarda farklı ortaya çıkabilir. Öfke, umutsuzluk ve kopma dönemleri birbirini izler. Çocukların sağlıklı ruhsal gelişimi için ve hayatlarının yeniden düzenlenmesi için ebeveynler arası iletişimin sürmesi önemlidir.

Çocuklara açıklama yapılırken

– Mümkün olduğu kadar açık biçimde ayrılık nedeni açıklanır.

– Onların her bir ebeveyn tarafından ayrı ayrı ne kadar çok sevildikleri ve bağlı oldukları vurgulanır.

– Boşanma sürecinin yetişkinlerle ilgili olduğu, kendilerinin hiçbir suçu bulunmadığı açıklanır.

– Çocukların kiminle nerde yaşayacakları, ayrılan ebeveynle ne sıklıkta görüşecekleri gibi çocuğun kafasında oluşabilecek tüm sorular net bir şekilde ifade edilir.

– Yaşı büyük çocuklarda daha ayrıntılı açıklama yapmanız gerekebilir. Tüm samimiyetinizle en gerçek cevapları verin.

 

Ayrılma sürecinde çocuk için

– Çocukla daha az duygusal bağı olan ebeveynin evden ayrılması uygundur.

– Taşınma süreci sakin geçmeli, çocuklar uzak tutulmalıdır.

– Yeni evdeki odasının hazırlanmasında çocuktan fikir alınmalıdır.

– Çocuk evler arasında bavulla gitmemeli her iki evde de yeterince eşyasının bulunması sağlanmalıdır.

– Çocukların boşanma konusu her ne olursa olsun iki ebeveyne karşı saygısını destekleme, seçim yapmak zorunda olmadıklarını hatırlatma, karşı tarafı suçlayan kötüleyen ifadelerden kaçınılmalıdır.

– Ebeveynlerin geçmişi geride bırakıp önlerine odaklanması gerekmektedir.

Her iki taraf ta birbirinin ebeveynlik becerilerine güvenmek ve saygı göstermek durumundadır.

 

 

CİNSEL İSTEKSİZLİK

Cinsel istek; biyolojik ve zihinsel sürecin bir sonucudur. Nörofizyolojik ve psikolojik süreçler ile endokrin sistem tarafından oluşturulan bir motivasyon kaynağı ve içgüdüsel bir durumdur.

Cinsel isteksizlik; kadınlarda erkeklerden daha sık görülen, belli bir eşe ve sevişme şekline karşı, hemen her zaman kaçınma davranışının eşlik ettiği bir cinsel işlev bozukluğudur. Eşin cinsel arzu ve talepleri olduğunda isteksizlik daha da artar. Kadınlarda duygusal eksikliğe ve cinsel doyum yaşanmamasına tepki olarak ya da pasif bir dirençle iğrenme nedeniyle, erkekler ise başarısızlık korkusu gibi nedenlerle cinsellikten uzak durur. Eşin isteği, sert bir tutumla geri çevrilebilir, sabredilerek katlanılabilir ya da cinsellikten kaçışla sonuçlanabilir.

Cinsel yaşamın başından beri olabileceği gibi (bu kişilerde cinsel düşlem, mastürbasyon isteği de az ya da yoktur) sonradan da cinsel isteksizlik ortaya çıkabilir. Sonradan gelişmiş olan cinsel isteksizlik; cinsel bilgi ve deneyim yetersizliği, ilk gece korkusu, eşe yetemeyeceği düşüncesi, çocuk olması düşüncesi, çocuk doğduktan sonraki süreç, ilişki sorunlarına paralel, kendisi veya eşin stresli yaşam olayları, menapoz gibi nedenlere bağlı olabilir.

Cinsel isteksizlik, cinsel yaşamın başından beri varsa öncelikli olarak tıbbi nedenler (kronik fiziksel ve ruhsal hastalıklar) ve sürekli kullanılan ilaçlar araştırılmalıdır. Sonradan ortaya çıkan cinsel isteksizlikte ise eş ilişkisinde bozulma ön plandadır. Cinsel isteksizlik değerlendirmesinde tek başına eş ile olan durum değil, kişinin kendiliğinden gelen fantezi, mastürbasyon sıklığı, farklı kadın/erkekleri çekici bulup bulmadığı dikkate alınmalıdır.

Görüldüğü gibi cinsel isteksizlik bir çok faktörden ortaya çıkabilen, durumsal olabilen, altta yatan bir neden olduğunda kolaylıkla geri dönebilen, ilişki sorunlarında çift terapisi ve cinsel terapi ile çözüm üretilebilen bir işlev bozukluğudur.

                                                                                   Dr. Hatice ALKAN AKDAĞ

VAJİNİSMUS

Vajinismus, her 10 kadından birinin yaşadığı, kadın bedeninin cinsel birleşmeye izin vermeyecek şekilde kasılmasıdır. Temel bozukluk, vajina girişindeki kasların istemsiz kasılması ve girişe ilişkin kaygıdır. Bir anlamda kadının kendini psikolojik olarak koruma tepkisidir. Birleşme denemesinde vajenin kasılma özelliği olan dış 1/3 kaslarının kasılması, bacakların kapanması, itme davranışı gibi tepkilerle girişe izin vermemesidir. Vajinismusun gelişiminde en ağır basan neden kültürel inançlardır. Cinselliğin değersizleştirilmesi, cinsel şiddet, yanlış ya da eksik cinsel bilgiler, kızlık zarına atfedilen yük, gebelik korkusu gibi psikososyal nedenler vajinismusa yol açabilmektedir.her cinsel birleşme denemesi kadında yoğun endişe, sıkıntı, ağlama ve korku uyandırır. Ancak ‘giriş tehlikesi’ durduğunda yatışma olur. Kaçınma davranışına pasif tutumu ile eşlik eden erkek sorunun ertelenmesinde etkili olur. Genellikle kadınların genitalleri ile ilgili düşüncelerini çarpıttığına sıkça rastlanır. Vajinanın çok dar olduğu ya da çok fazla kanayacağı gibi felaket beklentileri vardır.

Vajinismus tedavisinde amaç vajen kaslarında kasılmaya neden olan koşullu yanıtı değiştirmektir. Duyarsızlaştırma teknikleri (ev ödevleri ile), anatomik ve fizyolojik bilgilendirme, yanlış inançlarla çalışma ve eş ilişkisinin değerlendirilmesi ile tedavi sağlanır.