Kategori: Psikoterapi

SONBAHAR DEPRESYONU NEDİR?

Sonbahar aylarında havaların serinlemesiyle birlikte, güneşi daha az görmek, tatilin bitmesiyle okulların başlaması ve sorumlulukların artması ruh sağlığımızı süratle etkilemektedir.  Azalmakta olan gün ışığı ve kapalı mekanlara geri dönüş, mutluluk hormonu olarak bilinen serotonin salgısında azalmaya ve beynin kimyasında değişmeye ve depresyona neden olmaktadır. Özellikle endişeli, karamsar kişilik özelliklerine sahip insanlar bu dönemde depresyon riski taşırlar.

Gün ışığından faydalanmak için bolca dışarıda zaman geçirilmeli,

Sağlıklı beslenmeye dikkat ederek özellikle karbonhidrattan uzak durulmalı,

İsteksizliği azaltmak için sık mola vererek çalışılmalı ve keyifli aktiviteler planlanmalı

Düzenli, tempolu yürüyüşler yapılmalı.

YEME BOZUKLUKLARI

ANOREKSİYA NERVOSA

Anoreksiya ‘yemek yememe’ rahatsızlığının tıpta kullanılan adıdır. Kişilerde yoğun bir kilo alma korkusu ile yemek miktarlarında aşırı kısıtlamalar ve ileri düzeyde ciddi zayıflamalar görülür. Sadece bedeni değil ruh sağılığı da bu hastalıkta önemli ölçüde etkilenir. Diyetle başlayan zayıflama süreci kontrolden çıkarak ne kadar zayıflanırsa zayıflansın, beden imajındaki bozulma nedeniyle kendini kilolu görmeye devam eder. Sürekli yediği gıdaların kalorileri hesaplanır, diyet ve kilo düşüncelerinden bir türlü uzaklaşılamaz. Aslında anoreksiyalı kişiler normal kiloda yada daha zayıftırlar. Ama bunu görmezler ve söylendiğinde inanmazlar. Çoğunlukla bunun bir sorun olduğunu kabul etmezler ve kendilerinin böyle bir sorunu olduğunu ret ederler. Kilo almaktan korkup, normal kiloda kalmayı kabul etmezler. Tüm yaşamlarını kiloya ve kilo vermeye odaklarlar. Saplantı düzeyinde diyet ve kilo takıntıları vardır. Yiyecek miktarını çok çok azaltmışlardır, yüklenme şeklinde egzersiz yaparak, kilo almamak adına kusma, bağırsak çalıştırıcı ilaçlar ve içeriği bilinmeyen zayıflama hapı gibi yabancı madde kullanırlar.

  1. yüzyıldan beri yeme bozukluğu olarak tanımlanmakla birlikte tarihçesi oldukça dikkat çekicidir. Eski doğu kültürleri ve Hıristiyanlığın erken dönemlerinde görülen hedonizm ve çilecilik insanların kendini açlığa bırakmasına yol açtı. Ve hemen her dinde yememe ya da kısıtlı yeme yaratıcı ile kulu arasında şükür ve ödül mekanizmalarının ana unsurlarından biri olmuştur. İnanç ve kültürel davranışların yeme bozukluklarında önemli bir etkisi olduğu düşüncesi uzun zamandır kabul görmektedir. Özellikle batı toplumunda idealize edilen ince ve uzun beden tipinin anoreksiya gelişiminde önemli bir etkisi olduğu düşünülmektedir. Bir diğer görüşte feminist ve kültürel yaklaşımlar birleştirilerek ‘iki dünya varsayımı’ ortaya atılmıştır (Katzman ve Lee). Buna göre yeme reddi, bireyin içinde bulunduğu geçiş döneminin güçlükleri ile başa çıkma mekanizmasını ifade eder. Kişi yaşam biçiminde, sosyal ve politik görüşünde ya da ülkesinden koparak yeni dünyasındaki ülkeye, sosyo ekonomik duruma ya da kültüre uyma çabası olarak fiziksel kendiliğini mükemmele ulaştırma çabası olarak yemeyi rededer.

Ailesinde yeme bozukluğu, depresyon, alkol ve madde kötüye kullanımı olanlar, biyolojik olarak erken adet gören ve hafif kilolu olanlar, meslek olarak bedeni sürekli kontrol altında tutması gerekenler (sporcular, mankenler…), ruhsal olarak yoğun stres altında olanlar (boşanma veya ayrılık süreci, yas vb.), sürekli kaygılı bir kişiliğe sahip olanlar ve tabii ki mükemmeliyetçiler anoreksiyaya (yeme bozukluklarına) daha meyilli kişilerdir. Genelleştirme her zaman geçerli olmamakla birlikte anoreksiyalı kişilerde; özgüven azlığı, duygularını ifade etmede güçlük, stresle başa çıkma zorluğu, sürekli etrafındakileri memnun etme ihtiyacı, kusursuz olma beklentisi, aileden ayrılamama, ailenin yüksek hedef ve depresyon gibi psikiyatrik hastalılar, agresif yada yaşına uygun olmayan davranış paterni, sosyal içe çekilme ve takıntı bozuklukları (Obsesif kompulsif bozukluk) gibi ruhsal değişiklikler sıklıkla eşlik eder. Aşırı kilo kaybına ve beslenme bozukluklarına bağlı olarak adet düzensizliği, ishal gibi sindirim sistemi bozuklukları, cilt, saç ve tırnaklarda bozulma gibi nispeten hafif bedensel belirtiler ile ileri evrede hayati tehlike bile görülebilir.

Tanı konulmasında yaşa ve boya göre beklenen beden ağırlığının altında olmak (daha üstünde bir kiloyu kabul etmeme), kilo almaktan aşırı şekilde korkma ve adet görmeme temel belirtilerdir. Beden algısındaki bozulma, kişilerin zayıf olduklarını kabul etmeme ile bedenlerinin bazı bölgelerinin büyük/geniş olduğuna inanma arasında değişir. Hastalığın ciddiyetini inkar etme çoğu hastada önemli bir bulgu olup, kilo vermeyi sürdürmek ya da kilo almayı önlemeye yönelik aşırı yavaş yemek, çok az yemek, aşırı egzersiz yapmak gibi davranışlar geliştirebilirler.

Anoreksiya nervozanın yol açtığı fiziksel sonuçlar

İskelet sistemi Yaygın kemik ve kas ağrısı, iskelet gelişiminin durması
Kalp/dolaşım sistemi Çarpıntı, düzensiz zayıf nabız, tansiyon düşüklüğü, nefes darlığı
Hormonal sistem Adet görmeme, Seksüel gelişinin durması, cinsel isteksizlik
Cilt Saçlarda dökülme, kırılma, akne, kötü cılız tüylenme, tırnak yapısında bozulma
Sindirim sistemi Kusma, karın ağrısı, şişkinlik, kabızlık, ishal
Sinir sistemi Konsantrasyon güçlüğü, şaşkınlık hali, depresyon, çabuk öfkelenme
Diğer Güçsüzlük, yorgunluk, parmak uçlarında soğukluk, kan pıhtılaşmasında anormallikler, dişeti sorunları, çabuk üşüme…

 

 

 

BULİMİYA NERVOZA

Bulimiya, tıkınırcasına yeme nöbetlerini takiben sıklıkla kusma ya da laksatif kullanımı gibi kilo almaya engel davranışlarla seyreden bir hastalıktır. Anoreksiyalılardan en önemli farkları genellikle normal kilolu ya da kilolu olabilmeleridir. Ancak çok zayıf değildirler. Tanı için vücut ağırlığı ölçüt değildir. Tıkınırcasına yemek ve çıkarma/arınma davranışı ile kilo alma korkusu yeterlidir.

Tıkınırcasına yemek; aşırı miktarda yiyeceğin, çok kısa sürede tüketilmesidir. Çoğunlukla kolay sindirilen yüksek kalorili gıdalar tercih edilir. Sağlıklı ve doğru olmadığının farkındadırlar ancak engelleyemezler. Tıkınırcasına yeme atağı her gün de olabilir, ayda birkaç kez de. Ve yaklaşık olarak 1 saat sürer.  Yemek yeme sırasındaki kontrol kaybı bir anda kendiliğinden başlayabileceği gibi hastaların gizleyebilecekleri zaman ve mekan planlamasıyla da başlayabilir.

Yeme ataklarını başlatan şey çoğu zaman açlık değil, kaygılı yaratan bir durum ya da depresyondur. Hastalar yemek yedikleri esnada bu ruh halinden kurtulmakta ancak sonrasında üzerine bir de suçluluk duygusu ve pişmanlığın eklendiği olumsuz bir duygulanıma sahip olmaktadırlar. Yeme atağı açlıkla başlamadığı gibi toklukla da bitmez. Yemeğin tükenmesi, bulantı hissi, karında rahatsızlık nedeniyle yemek sonlanır. Suçluluk duygusu ve rahatsızlık hissi beraberinde arınma/kurtulma ihtiyacını da beraber getirir. En sık kullanılan arınma yöntemi (hastaların %85-90’ı) kusmadır. Kusma başlangıçta provakatif bir uyarıyla sağlanırken, ilerleyen dönemde herhangi bir mekanik ya da kimyasal uyarıya gerek kalmaksızın isteyerek kusabilirler. Yaklaşık üçte birinde laksatif kötüye kullanımı da vardır.

Bulimia nervozanın yol açtığı fiziksel sonuçlar

İskelet sistemi Yaygın kemik ve kas ağrısı, boy kısalığı
Dolaşım sistemi Güçsüzlük, çarpıntı
Üreme sistemi Doğurganlıkta azalma
Cilt El sırtında yaralar, peteşiler
Sindirim sistemi Mide yanması, reflü, kanama, tükrük bezlerinde büyüme
Sinir sistemi Konsantrasyon güçlüğü, şaşkınlık hali, depresyon, çabuk öfkelenme
Diğer İş çürümesi, boyunda şişlik,  güçsüzlük, yorgunluk,

 

YEME BOZUKLUKLARINDA SÜREÇ

Anoreksiya hastalarının %40’ında tam, %30’unda orta düzeyde iyileşme gözlenirken %20 sinde kötü sonlanım vardır. Hastalık erken yaşlarda başladığında hızla tanı konup tedavi başlandığında tam iyileşme oranı %70 lere varmaktadır. Bulimiya nervosa sık iyileşme ve sık hastalık nüksleriyle gider. Uzun dönem tedavi başarı oranları değişmekle birlikte anoreksiyaya göre daha iyidir. Beden ağırlığı ve şekli ile aşırı uğraşların olması ve çocukluk dönemi obezite öyküsünün olması kötü sonlanım ile ilişkilidir.

Uzun süredir devam eden yeme bozukluklarında kan ve biyokimyasal bozukluklar, vitamin yetersizlikleri, kemik mineral yoğunluğunda azalma, hormonal anormallikler eşlik eder. Bu nedenle tüm yeme bozuklukları detaylı tetkik edilmeli, ortaya çıkan sorunla ilgili branşlarla ortak tedavi yürütülmelidir. Önemli ölçüde kilo kaybı var ise (BMI≤ 13) hastaneye yatış düşünülmelidir.

Bireysel psikoterapiler, belirli durumlarda aile terapileri ve ilaç desteğiyle (SSRI) hastanın durumuna göre bazen ayrı ayrı bazen bir arada tedavi düzenlenir.

 

BİPOLAR BOZUKLUK

Bipolar bozukluk, iki uçlu bozukluk ya da manik-depresif hastalık olarak ta bilinen, mani ve depresyon dönemleriyle karakterize bir ruhsal bozukluktur. Mani ve depresyon birbirine zıt alevlenme ve yatışma dönemleridir. Mani dönemi, kişinin aşırı ve abartılı coşku yaşadığı, enerjik hissettiği, uyku ihtiyacının azaldığı, kendisini olduğundan daha iyi, önemli, güçlü hissettiği ve duygu durumunun çok yükseldiği bir dönemdir. Depresyon ise değersizlik, mutsuzluk, karamsarlık, zevk alamamanın hakim olduğu, zaman zaman ölüm düşüncelerinin eşlik edebildiği çökkünlük dönemidir.  Hastalık dönemleri dışında kişi neredeyse tama yakın normale döner.  Bazı hastalarda ise yaşamı kısmen etkileyen belirtiler görülebilir.

Farklı toplumlarda değişmekle birlikte ortalama olarak  % 1,5 sıklığında görülmektedir. Birinci derece yakınlarında bipolar bozukluğu bulunanlarda topluma göre 7 kat daha fazla görülmektedir.  Başlangıç yaşı genellikle 20-30’dur.  Bipolar hastaların büyük çoğunluğu ilk ataklarını geç ergenlik dönemlerinde yaşarlar. Başlangıç yaşının saptanması her zaman mümkün değildir. Özellikle ilk belirtiler depresif dönemse, fark edilip tedavi başvurusu yapılıncaya kadar geçen dönem arası uzundur.

Kadın ve erkeklerde benzer sıklıkta görülür.  Kadınlarda hızlı döngülülük (yılda 4 veya daha fazla atak) ve beraberinde yeme bozuklukları sıklıkla eşlik ederken, erkeklerde hastalığın manik dönemle başlaması ve beraberinde alkol kötüye kullanımı/bağımlılığı ve davranış sorunları sıklıkla izlenmektedir. Kadınlar doğum sonrası ilk 4 hafta hastalığın alevlenmesi açısından risk altındadırlar. Çocukluk çağı bipolar bozukluk hastalarında %40-90 oranında Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB), karşıt olma- karşıt gelme bozukluğu, davranım bozukluğu ve madde kullanım bozukluklarının da eşlik ettiği izlenmektedir.

BELİRTİLER

Mani döneminde;

En az 1 hafta süreyle yükselmiş olağan dışı duygu durumu klinik tablaya hakimdir.

Sıklıkla dini, politik, ekonomik, cinsel ya da kötülük görme ile ilgili yoğun düşünce uğraşları vardır.

Kişi, çok konuşkan,  aşırı hareketli ve coşkuludur.

Renkli giyim ve aşırı makyaj yapabilir. İhtiyaç dışı alışveriş/para harcama yapabilir.

Garip davranışları olabilir. Tanımadığı insanlarla kolay iletişim kurar, samimi olur ancak ilişki yüzeyseldir.  Uygunsuz el kol hareketleri, şakalar yapabilir.

Düşünce akışı hızlıdır yani hızlı düşünür, konuşurken konudan konuya atlar, fikir uçuşmaları yaşar.

Özgüveni yüksektir, kendince üstün yeteneklidir, birçok insandan büyüklenmecidir.

Bulaşıcı bir neşesi vardır, çoğu zaman karşısında ki insanda gülümsemeye neden olacak davranış ve konuşmaları olur. Ama bazen de neşenin yerini öfke alabilir.

Uyku azalır, kilo kaybı yaşar, enerjik davranışları nedeniyle bir süre sonra bitkin düşer.

Mesleki ve toplumsal işlevselliği azalır.

 

Depresyon döneminde;

Duygu durumuna mutsuzluk, karamsarlık, umutsuzluk hakimdir.

Değersizlik düşünceleri, suçluluk ve pişmanlık duyarlar.

Eskiden yaptığı iş ve etkinliklerden keyif alamama, yapmak istememe ortaya çıkar.

Uykusuzluk, iştahsızlık, kilo kaybı, cinsel istekte azalma vardır.

Ölüm ve intihar düşünceleri eşlik edebilir.

Depresyon belirtileri bazen tipik klinik tablonun terine seyreder.  Çok uyuma (hipersomnia), hiperfaji (aşırı yemek yeme) görülebilir.

 

Karma (mikst) dönemde;

Tam bir mani tablosunun yanı sıra depresyonun en az üç belirtisinin birlikte görülmesidir. Kabarmış ve taşkın duygu durumu, irritabilite, kızgınlık, anksiyete, çökkünlük, duygu durumunda oynaklık, çok konuşma,ajitasyon, uykusuzluk ve büyüklenmecilik ile karakterizedir.  Kadınlarda daha sık görülür ve intihar riski daha yüksektir.

 

HASTALIK SÜRECİ VE SONLANIM

Bipolar bozukluk çoğunlukla depresif dönemle başlar. Hastaların %90’ında ilk manik atak sonrasında hastalık dönemleri (epizod)  tekrarlamaktadır. Kişi yaşlandıkça hastalık dönemleri arasındaki süre kısalma eğilimindedir. Hastaların büyük bir kısmı hastalık dönemleri arasında işlevsellik düzeylerine tam olarak geri dönebilirken, kimi de kişiler arası ve mesleki zorluklar yaşamaya devam ederler.

Hızlı döngülü hastalık dönemleri, hastalık öncesi düşük işlevsellik, madde ve alkol kullanım bozukluğu öyküsü, hastalık sırasında uyumsuz psikotik belirtiler yaşamak kötü gidiş ile ilişkilidir. Topluma göre intihar riski 15 kat daha fazladır ve genellikle depresyon döneminde olur.

DİĞER RUHSAL BOZUKLUKLAR VE TIBBİ HASTALIKLARLA BİRLİKTELİK

Bipolar bozukluğu olan hastaların %50-70’inde başka bir ruhsal hastalık da eşlik eder. En sık olarak ‘Kaygı Bozuklukları’ (anksiyete) daha sonra madde ve alkol kötüye kullanım/ bağımlılığı eşlik eder. Eşlik eden ruhsal hastalıklar varlığında hastalığın gidişinin daha kötü, mesleki işlevlerde yetersizliğin daha belirgin olduğu, hastalık dönemlerinin daha ağır geçeceği öngörülür.

Bipolar bozukluğa %28 Migren, %58 aşırı kilo, %10 tip II diabet ve %10 oranında hipotiroidizm eşlik eder. Tıbbi hastalık ek tanısı kadınlarda daha fazladır.  Obezitenin görülme nedeni bu hastalarda egzersiz yapmama, aşırı karbonhidrat tüketimi, antipsikotik ilaç kullanma ve yeme bozukluklarının eşlik etmesidir.

TEDAVİ

Bipolar bozukluk hastalarında uygun tedavi ile önemli oranda duygudurum dalgalanmaları ve beraberindeki hastalık belirtilerinin iyileşmesi sağlanabilir. Diğer taraftan kişi tedavi almadığında hastalık seyri kötüleşir, ataklar arası dönem kısalır, mani ve depresif dönemler daha ağır seyreder ve hastalık dışı dönemdeki iyilik hali yerini kısmen devam eden belirtilere bırakır. Tedavi ile hastalık şiddeti daha az, yaşam kalitesi yüksek bir hayat sürülebilir.

Tedavi yaklaşımında akut dönemin tedavisi ve tablo yatıştıktan sonra koruyucu tedavi süreci vardır. Akut mani döneminde temel amaçlar, riskli davranışların hızlıca kontrol altına alınması ve belirtilerin yatıştırılmasıdır. Hastanın nerede, nasıl ve ne ile tedavi edileceği kararı verilirken, her hasta için mevcut durum özellikleri tek tek ele alınmalıdır. İlk ataksa, kendisine ve çevresine zarar verici davranışları varsa, ayaktan tedaviye uyum gösteremeyecek durumda ise hastaneye yatırılması düşünülmelidir. Hastalığına karşı iç görüsü varsa, aile desteği yeterli ise ve ilaç uyumu varsa ayaktan tedavisi planlanabilir. Akut mani tablosunda ‘duygudurum düzenleyiciler’, ‘antipsikotikler’ ve ‘benzodiazepinler’  adı verilen ilaçlarla tedavi düzenlenir. Bazı özellikle durumlarda ise Elektrokonvülsif tedavi (EKT) planlanır. Depresyon döneminde antidepresanların yanı sıra duygudurum düzenleyiciler, psikotik bulguların varlığında antipsikotikler ve EKT tercih edilir.

Bipolar bozukluk yineleme riski çok yüksek bir hastalıktır. Hastaların üçte ikisi beş yıl içinde tekrar hastalanır. Ayrıca özkıyım riski, hastalık dönemlerine eşlik eden alkol ve madde kullanım bozuklukları gibi eşzamanlı hastalıkların varlığı ve arası kişiler arası sorunlar yaşayabileceği için koruyucu tedavi gereklidir. Koruyucu tedavide duygudurum düzenleyiciler tercih edilmektedir. Genellikle ikini ataktan sonra koruyucu tedavi başlanmaktadır. Ancak ilk atak hastalık döneminin ağır ve psikotik bulguların varlığı, hastalık dönemi sırasında ağır davranış sorunlarının olması, davranışların yaşamsal ya da psikososyal alanlarda ağır sonuçlar yaratabilecek düzeyde olması, hastanın sosyal açıdan kritik bir dönemde bulunması, ailede hastalık öyküsünün bulunması, yaşam kalitesinin bozulmuş olması ve kendisinin koruyucu tedavi istemesi durumunda ilk hastalık atağından sonra da başlanabilir.

İlaç tedavinsin yanı sıra destekleyici olarak psikososyal girişim teknikleri de uygulanmaktadır. Psikoeğitim, ilaç tedavisine uyumu desteklemek, hastayı ve aileyi eğitmek, ilaç yan etkileri konusunda bilgilendirmek, hastalığı kabullenmekte olan dirençleri anlayıp üstesinden gelmek ve endişeleri gidermek için gereklidir. Yine aile odaklı terapiler, ailenin desteğinin sağlanması ve arttırılması, hastalık hakkında bilinçlendirilerek atakların erken dönemde fark edilmesi, eleştirel ve olumsuz tutumların değiştirilmesi amacıyla uygulanmaktadır. Yine hastalığa yönelik içgörü kazandırılması, kişin günlük aktivitelerinin düzenlenmesi, kişiler arası sorunları en aza indirmeye ve ilaç uyumunu artırmaya yönelik bireysel psikoterapilerden de faydalanılmakdır.

Son olarak, bipolar bozukluk hastaları özellikle mani döneminde yaşanılan canlılığı hastalık lehine yorumlayamazlar. Bu nedenle aile ve arkadaş çevreleri tarafından belirtiler fark edildiğinde hastanın hekime başvurmasının sağlanması gerekmektedir.

 

ERGENLİKTE SORUMLULUK

Fiziksel olarak gelişen çocuğumuzun artık daha fazla sorumluluk alabileceğini düşünmeye başlarız. Aslında sosyal ve duygusal olarak gelişimin tam olarak algılaması sorumluluk alması açısından daha temeldir. Ama yaşıtlarına kıyasla ufak tefek olan bir çocuğa sosyal ve duygusal gelişimin tamamlasa dahi sorumluluk alamayacağını düşünürüz. Oysa biz biliyoruz ki sorumluluk yaştan daha çok olgunlukla ilişkilidir. Ülkemizde sorumluluk verme yaşı oldukça ileri sayılabilir. Bu sıklıkla onların başaramayacağı endişesine bağlıdır. Bu kararı vermek tüm ebeveynler için zordur elbette ama sorumluluk verilmeden de başarıp başaramayacağını görme şansımız yoktur. Temel kurallar dışında yaşanılan çevre, koşullar ve çocuğumuzun gelişimine göre gerekli izin ve sorumlulukları vermemiz gerekir.

Hemen bütün aileler çocuklarının ilkokula başlamışıyla birlikte ders yapma sorumluluğunu almalarını isterler. Ama ergenlik dönemine kadar bir şekilde zorla ya da ödül sistemi ile ders yapmış çocuklar ergenlikte ilk olarak bunu ret edeceklerdir.  Çatışma ortamı iki tarafı da yıpratacak ve bir işe yaramayacaktır. Yapabileceğimiz ona ona sonuçları aktarmak ve ödemek zorunda olacağı bedelleri anlatmaktır.  Sorumluluk almasını istediğimiz alanlarda uzlaşmaya varmalı, sınırları çizmeli, yerine getirmek konusunda sorun yaşarsa sonuçlarına katlanmasına izin vermeliyiz.  Çünkü sorumluluk verip yapılmadığında onun yerine yapmak, söylenmek çocuklarımıza/ergene bir şey öğretmez.

Ev dışında arkadaşlarıyla yapacağı aktiviteler ergenin sorumluluk duygusunun gelişmesine ve kendine güvenmesine yardımcı olur. Sosyal ilişkilerini desteklemek denetimi kaybetmenize neden olmadığı gibi çocuğunuzun sizinle pek çok şeyi paylaşmasına yardımcı olacaktır. Arkadaş toplantıları, okul gezileri vb desteklemek ve sorumluluk almasını sağlamak açısından oldukça faydalıdır.

Boşanma Sürecinde Ailelere Öneriler

Eğer her yol denenmiş ve çifti bir arada tutmayı sağlayan fiziksel ve ruhsal bağlar kalmamışsa çift boşanma sürecine girmektedir. Boşanma kararı öncesi gidip gelen duygulanımlar, çatışmalar, denemeler yerini fiziksel ayrılma ve çiftin ayrı ayrı boşanma sonrasındaki süreci planlamasına bırakır. Boşanma aşamasındaki ailelerde terapi, genellikle yol göstericilik amacı taşır. Çocukların velayeti, yaşamsal düzenlemeler, çocuklarla görüşme sıklık planlamaları bu dönemde yapılmalıdır. Boşanmanın çocuk üzerine olan etkisine dair genellemeler her zaman doğru değildir. Her durumu farklı ele almak gerekir. Sürekli çatışmanın olduğu bir ailede yaşamaktansa ayrı ayrı mutlu ebeveynlerle olmak tercih edilmelidir. Süreçte çatışmayı azaltmak terapinin en önemli amacıdır. Boşanma sürecinde olan bir aile adeta bir yas döneminden geçerler. Yeniden organize olurlar. Farklı biçimlerde ilişki kurmayı öğrenirler ve  yeni yaşam hedefleri oluştururlar. Boşanmanın etkileri boşanmayı isteyen ile istemeyen taraflarda farklı ortaya çıkabilir. Öfke, umutsuzluk ve kopma dönemleri birbirini izler. Çocukların sağlıklı ruhsal gelişimi için ve hayatlarının yeniden düzenlenmesi için ebeveynler arası iletişimin sürmesi önemlidir.

Çocuklara açıklama yapılırken

– Mümkün olduğu kadar açık biçimde ayrılık nedeni açıklanır.

– Onların her bir ebeveyn tarafından ayrı ayrı ne kadar çok sevildikleri ve bağlı oldukları vurgulanır.

– Boşanma sürecinin yetişkinlerle ilgili olduğu, kendilerinin hiçbir suçu bulunmadığı açıklanır.

– Çocukların kiminle nerde yaşayacakları, ayrılan ebeveynle ne sıklıkta görüşecekleri gibi çocuğun kafasında oluşabilecek tüm sorular net bir şekilde ifade edilir.

– Yaşı büyük çocuklarda daha ayrıntılı açıklama yapmanız gerekebilir. Tüm samimiyetinizle en gerçek cevapları verin.

 

Ayrılma sürecinde çocuk için

– Çocukla daha az duygusal bağı olan ebeveynin evden ayrılması uygundur.

– Taşınma süreci sakin geçmeli, çocuklar uzak tutulmalıdır.

– Yeni evdeki odasının hazırlanmasında çocuktan fikir alınmalıdır.

– Çocuk evler arasında bavulla gitmemeli her iki evde de yeterince eşyasının bulunması sağlanmalıdır.

– Çocukların boşanma konusu her ne olursa olsun iki ebeveyne karşı saygısını destekleme, seçim yapmak zorunda olmadıklarını hatırlatma, karşı tarafı suçlayan kötüleyen ifadelerden kaçınılmalıdır.

– Ebeveynlerin geçmişi geride bırakıp önlerine odaklanması gerekmektedir.

Her iki taraf ta birbirinin ebeveynlik becerilerine güvenmek ve saygı göstermek durumundadır.

 

 

Yapısal Aile Terapisi ve Terapileri

Temeli ailenin ve aile üyelerinin hayatlarını anlamakta, aile yapısı ve işlevlerini yerine getirmek için üç temek kod tanımlamaktadır.

1)Sınır

2)İş birliği

3)Güç

Sınır: Ailede kimin, nasıl katılımı olacağını tanımlar. Aile üyeleri arasındaki temas, iletişim miktarı ve kalitesini düzenler. Ailenin sınırları; bireyselleşmenin hakim olduğu, iletişimsizliğe varan diyalog eksikliğinden, her şeyin bir arada yaşandığı, ayrımlaşmanın olmadığı aşırı iç içe olma haline varan bir genişlikte olabilmektedir. İletişimsizlik aile üyelerinin bir arada tutunmasını zorlaştırırken, aşırı geçirgen bir ilişki ise bireylerin varlığının bir hükmünün olmadığı, her şeyin aile ile tanımlandığı, aile üyelerinin işlevlerinin birbirine karıştığı bir durumdur. Her iki uç da ailenin işlevselliğini bozmaktadır. Sınırların yeniden çizimi, aile kavramı dahilinde bireyselleşmenin olduğu daha esnek bir model sunmaktadır.

İş birliği: Bir görev yerine getirilirken aile üyesinin diğerlerine katılması ya da karşı çıkması olarak tanımlanır. Aile içindeki iş birliği ve uyum zaten kaçınılmaz olarak görülmektedir fakat sabit ve değişmez bir hale geldiklerinde işlevini kaybedebilirler. Ailenin karşılaştığı pek çok durumda kimin kimin yanında olacağı ile ilgili esneklik sağlayan işlevsel bir iş birliği yaratmayı hedeflemek gerekir.

Güç: her aile üyesinin aile etkinliklerinin sonuçları üzerinde etkisi olarak tanımlanır. Ailedeki güç sıkı bir biçimde bir kişinin elinde ise ya da kimsede değilse işlevsizdir. Aile gücünün en işlevsel dağılımı, bütün aile üyelerinin bir miktar gücü olduğu bir ortamdaki güçlü ebeveyn iş birliği olarak tanımlanabilir.

İşte yapısal aile terapisindeki temel amaç bu 3 unsurun işlevsel bir biçime getirilmesidir. Bu 3 unsurun keşfi için terapide aile bireylerin rollerin tanımlanması hedeflenir. Çoğu zaman bir krizden faydalanılarak örüntüleri tespit etmek, işlevsel olmayan noktalarda yeniden düzenleme yapmak gerekir.